Avukat Dinç Can Kaptan'ın BBC gazetesi Bilişim Suçları Dijital Şiddet üzerine son röportajını okumak için lütfen tıklayın.  Cumhuriyet Gazetesi'nde de yayınlanan bu röportajı Cumhuriyet Gazetesi üzerinden okumak için ise lütfen burayı tıklayın.

İmar Hukuku Davaları

Esas :2011/6036
Karar:2011/8102
Tarih:12.07.2011

-YARGITAY İLAMI-

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, 730 parsel sayılı taşınmazın ½ payla maliki iken kuzey sınırından komşu 1732 parselde kayıt maliki davalı Ülkü Kandilci’nin kendi taşınmazına bina yapabilmek için 730 parselden 180 m2 yere ihtiyacı olduğunu, 730 parselin imar uygulaması sonucunda kuzey sınırında yer alan 1732, 1733 ve 1734 parsellerle şuyuulu olduğunu, ileride Belediyeye satmak zorunda kalacağı yönünde kendisini ikna ettiklerini, taşınmazın m2’sini, 170, 00 TL’den toplamda 30.000, 00 TL değerindeki yerin 25.000, 00 TL’ye satılması konusunda anlaştıklarını, temlik işlemlerini takip etmesi için emlak işleri ile iştigal eden Sedat’a vekalet verilmesini sağladıklarını, “730 parselin kuzeyinde yer alan 1732 parselin mülkiyet sınırlarının devamında 180 m2’lik yeri satmayı amaçladığı” halde vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak 730 parselin tamamını fikir ve elbirliği içinde hareket ettiği diğer davalıya satış yoluyla temlik ettiğini, 180 m2’lik alanın pazarlığını yapıp 1061.44 m2’lik alanı satarak zararlandırdığını, akitte gösterilen değer ile gerçek değer arasında fahiş fark olduğunu hata, hile, gabin, vekalet görevinin kötüye kullanılması, muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak tapu kaydının iptali ile adına tesciline olmadığı taktirde taşınmazın bedelinin tespit edilerek devir anından itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Ülkü Kandilci; kayden malik olduğu 1732 parsele inşaat izni alabilmek için Belediyeye yaptığı başvuruda; güney sınırından komşu, artık parsel niteliğindeki, 730 parselle birlikte imar izni verilebileceği, anılan parselin bir kısmının yola terk edileceği, kalan kısmının da ifrazının mümkün olmadığının öğrenilmesi üzerine emlak işleri ile iştigal eden Sedat aracılığıyla davacı ile tanıştıklarını, 730 parselin tamamının alımı konusunda pazarlık yaptıklarını, 25.000, 00 TL bedel karşılığında anlaştıklarını, davacı tarafından vekil kılınan davalı Sedat’a 03.12.2008 tarihli akitle birlikte bedeli ödediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Diğer davalı Sedat Sarıoğlu, usulüne uygun tebligata rağmen, herhangi bir savunmada bulunmamıştır.

Mahkemece; kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi İlknur Acar’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

-KARAR-

Davacı dava dilekçesinde; 110 ada, 12 sayılı imar parselinde (eski 1732 ) kayıt maliki olan davalı Ülkü Kandilci’nin, imara uygun inşaat yapabilmesi için güney sınırında yer alan kendisine ait 730 kadastral parselle şuyuulandırıldığı bu nedenle 12 parselin güneyinde kalan ve mülkiyet sınırlarının devamı niteliğindeki 180 m2’lik bölümün ifraz ve tevhidi gerektiğinden anılan kısmın kendisine satılmasını istediği zaten ileride 730 parselin Belediyece alınacağı yönünde çalışmalar yapıldığı konusunda ikna ederek davalı emlakçılık işi ile iştigal eden Sedat’a vekâletname verilmesinin sağlandığını ancak taşınmazın tamamının diğer davalıya vekil aracılığıyla temlik edildiğini, davalılar arasında fikir ve çıkar işbirliği bulunduğunu ileri sürerek, iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Mahkemece, hata, hile ve muvazaa hukuksal nedenlere değinilerek davanın reddine karar verilmiş ise de iddianın ileri sürülen içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibariyle davada, davalıların hileli hareketleri sonucu davalı Sedat’a vekâlet verilmesinin sağlandığı ve aslında temlik tarihi itibariyle 95.000.-TL. değerin de olan bir taşınmazın 25.000.-TL gibi düşük bir bedelle, taşınmazın tamamının temlik edildiği iddiasını da içermektedir. Bu iddianın da vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine ilişkin olduğu kuşkusuzdur.

Ne var ki; mahkemece bu yön üzerinde durulmamıştır.

Bilindiği üzere Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir…” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca; iddia, savunma ve buna ilişkin toplanan ve toplanacak taraf delillerinin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi ve hâsıl olacak sonuca göre biri karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli değildir.

Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.